HACI BEKTAŞ-I VELİ
Asıl adı Bektaş olup, muhtemelen ölümünden sonra Hacı Bektaş-ı Velî diye şöhret bulmuştur. Anadolu Selçukluları döneminde meşhur Babaî hareketine katılan, Yeniçeri Ocağı’nın kuruluşunu sağlayan(1) ve kendi adına Bektaşîlik tarikatının tesisini sağlayan Hacı Bektaş-ı Velî’nin devrinin kaynaklarında hiç iz bırakmadığına bakılacak olursa, yaygın bir şöhrete sahip olmadığı anlaşılıyor.
Baba İshak’ın çok sayıda halifesi olmasına rağmen hepsinin arasından yalnız Hacı Bektaş-ı Velî’nin şöhret bulması dikkat çekici. Dolayısıyla bugünkü anılan, yani şöhret bulan Hacı Bektaş-ı Velî’nin, tarihteki Hacı Bektaş-ı Velî’nin ölümüyle doğduğunu söylemek mübalağa olmasa gerek. Çünkü yaşadığı döneme ait kaynaklarda ondan bahsedilmediğini görüyoruz. Dolayısıyla ondan bahseden kaynakların mahiyetine iyi bakmak gerekir.
1209 yılında Horasan’ın Nişabur şehrinde doğan Velî, “Horasan erenleri” diye bilinen Kalenderiye akımına mensup sufîlerden birisidir. 8. yüzyılda Cengiz İstilası sebebiyle, derviş göçleri nedeniyle Yesevî veya daha kuvvetli bir ihtimalle Haydarî dervişlerinden biri olarak Anadolu’ya gelmiş olmalıdır. Bu gelişi yalnız olmayıp kendine bağlı Türkmen aşiretiyle birlikte olduğudur.
Anadolu’nun İslamlaşması için buralara gelmiş olan Hacı Bektaş-ı Velî’nin buraya (Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesine) yerleşmesinin nedeni için şöyle bir yorum yapılmakta: “Babaî isyanından sonra Selçuklu hanedanının takip ettiği siyasi tavır veya büyük şehirlerdeki meslektaşlarının eleştirilerinden uzak kalmayı istemiş olmasından bu tenha yeri seçmiş olabilir.”
SEYYİDLİK MESELESİ
Hacı Bektaş-ı Velî için bir başka husus da İmam’ın, İmamiyye mezhebine mensup olup olmadığı meselesi. Vilayetname isimli eserde O’nu İmam Musa Kazım soyuna nisbet etmek suretiyle hem O’nu bir Seyyid yapar, hem de böylece Şiî mutasavvıf olarak takdim eder.
Oysa Hacı Bektaş-ı Velî’nin yaşadığı 13. yy. Anadolu’sunda İmamiyye veya İsmailiyye mezhebinin mevcudiyetine dair herhangi bir ipucuna bugüne kadar rastlanmadığı göz önüne alınarak bu telakki, Vilayetname’nin kaleme alındığı 15. yy. sonlarında buralarda hissedilmeye başlanan İmamiyye’nin etkisinden dolayı böyle söylenmiş olabilir.
Bektaşîlik 16. yy. da bu etkileri almış olarak kurulduğundan bugün Hacı Bektaş-ı Velî’nin böyle bir kimliğe nisbeti Alevi-Bektaşî çevrelerce tereddütsüz kabul görmektedir.
HACI BEKTAŞ’IN MENKIBEVÎ YÖNÜ
Bektaşîlikten başka hiçbir tarikatın pîri bu derece muazzam bir kültür, güçlü bir kutsallığın konusu olmamıştır. Hacı Bektaş-ı Velî’nin menkıbevî, hatta menkıbelikten de öte mitolojik Hacı Bektaş-ı Velî’ye dönüşerek böyle bir kutsallık kazanması, Abdal Musa’dan kaynaklanmaktadır.
Osman ve Orhan Gazi’nin hizmetine giren Abdal Musa, onlarla fetihlere gitmiş, büyük faydalar sağlamıştır. Bu arada da gazilere ve şair kimselere Hacı Bektaş-ı Velî‘nin menkıbelerini anlatmak suretiyle Bektaşîliğin yayılmasını sağlamıştır.
16. yy’a gelindiğinde ise Balım Sultan, Haydarîlikten ayrılıp Osmanlı hükümet merkezinin desteğini de alarak Bektaşîlik tarikatını Hacı Bektaş-ı Velî’nin adına bugün bilinen şekliyle kurmuştur.(2)
DEĞERLENDİRME
Hacı Bektaş-ı Veli’nin lehinde ve aleyhinde söylenen çok şeyin olduğu bir gerçek. Yaptığım araştırmada gördüm ki, ne çok büyük bir evliya, ne de sıradan birisi. Lâkin halk arasında bir deyim vardır; “Şeyh uçmaz, mürid uçurur.” diye. İşte bu zât için de yapılan bundan başka değil.
İşin en ilginç yönü; doğumunu, gelişimini, tahsil hayatını detaylı şekilde anlatan dönemine ait veya kendine ait mufassal bir eser yok. Ancak kendisinden sonra kaleme alınan bazı eserler onun hakkında bilgiler vermekte. Kendisine ait olduğu söylenen “Makâlât” ise bizzat kendinin kaleme aldığı değil, daha sonra müridleri tarafından yazıldığı söylenen bir kitap olduğu ifade edilmekte. Ayrıca kendisine nisbet edilen şu eserler de aynı makâlât gibidir: Kitabu’l Fevaid, Nesayih-i Hacı Bektaş-ı Velî, Risale, Tefsir-i Fatiha, Şathıyye, Şerh-i Besmele.
Şu hakikatı itiraf etmek gerekirse, Hacı Bektaş-ı Velî’nin gerçek bir Allah dostu, salih bir kimse olduğudur. Çünkü açtığı çığır malum. Yalnız O’na muhibbî olan bazı kimselerin O’nun hakkında mübalağaya varan söz ve davranışlarda bulunmaları, O’nu gereğinden fazla büyütmez. O’na nisbet edilen, ama alakası olmayan bazı yanlış telakkiler de O’nu zedelemez. Şu düsturu unutmamalı: Kendisini öven sahabeye Peygamberimiz’in: “Beni fazla övmeyin. Ben Abdullah’ın yetimi Muhammed’im. Yalnız sizden farkım, bana vahiy geliyor.” Kendisine ayağa kalkanlara da: “Başkalarının krallarına yaptığı gibi tazimde bulunmayın.” dediği gibi.
Görülüyor ki, Hacı Bektaş-ı Velî, Türk tasavvuf tarihinde önemli bir şahsiyet.
Tarikatı ise “eline, beline diline hakim ol” düsturuyla yıllarca insanlığın doğru yolda olması için çalıştı. Tarikat, günümüze kadar da mevcudiyetini sürdürdü.
Mevcut tarikatın ilk kuruluş yıllarındaki sadeliğini ve güzelliğini koruduğunu ifade etmek çok zor.
Tarikatlar, İslamî bir içerik ifade edeceğinden bütün tarikatlara İslamî açıdan bakıp değerlendirmek gerekir; tabi Bektaşiliği de... n
Kaynaklar:
1- Veliler Ordusundan 333-Halkadan Pırıltılar: N. Fazıl Kısakürek, s. 307.
2- Türkiye Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi, 14. cilt.
Hacı Bektaş-ı Velî’den hikmetli sözler
“Şimdi, azizim! Bir damla içki, bir kuyuya damladığı için takva ehli kavlince o kuyunun suyunu hep arıtmak gerekmiş. O suyun döküldüğü yerde biten otu, bir koyun otladığı için eti haram oldu. Sebep için de şeytan fiili olmasıdır.
Vay sana ki, içinde kibir ve hased (kıskançlık), cimrilik, düşmanlık, tamah, öfke, gıybet, kahkaha (şamata) ve maskaralık ile bunlar gibi daha nice şeytan fiili varsa, suyla yıkanıp nasıl arınacaksın?”
***
“Arifler’in aslı sudandır ve bunlar marifet taifesidir. Su hem kendisi temizdir hem de temizleyicidir. Bu sebeple arif de hem temiz olmalı, hem de temizleyici...”
***
“Geceleri ses, uzağa gider; gündüzleri gitmez. Bunun sebebi, insanoğlu geceleri dünya günahından arınır; sesi engelleyen perde az olur; ses uzağa gider. Fakat gündüz günahlar birikir; perde olur; bunun için de ses uzağa gitmez.”
***
“Adem (a.s.)’e, cehennem içinde bile olmayan azabı cennet içinde verdim. İbrahim (a.s.)’e cennet içinde bile olmayan bahçeyi, ateş içinde verdim. Lanetli Firavun’u Nil ırmağında garg ettim ve Musa (a.s.)’ı ondan kurtardım...”